20 Kasım 2006 Pazartesi

Kardanadam

Binnaz oldukça iri, geniş omuzlu, şişman ve genç bir kadındı. Mahallenin en büyük süpermarketinde kasiyerdi. Oldukça yoğun bir gün geçirmişti. Üstelik hava çok kötüydü. Kar yağıyordu. Ve bu karda nasıl eve döneceğini düşünüyordu. Artık vardiyasının bitmesini bekliyordu. Az önceki müşterisi oldukça zorlamıştı onu. 42 parça ürün saymıştı. Görünürde başka bir müşteri yoktu. Kasaya doğru eğildi. Sırtı ağrıyordu. Ellerini şakaklarına dayayıp kendine masaj yapmaya başladı. O anda ince bir erkek sesiyle irkildi. Kasadan başını kaldırdı. Ona seslenen kişiye doğru baktı. Fakat başını öne doğru eğmek zorunda kaldı. Çünkü müşterisi dışarıdan yeni gelmiş ve üstündeki kar tanecikleri henüz erimemiş köse bir cüceydi. Elleri eskimiş montunun cebinde; Binnaz’a “Beni hatırladınız mı?” diye soruyordu. “Hayır.” dedi Binnaz.

“O zaman size biraz kendimden bahsetmeme imkan verin.” dedi ince sesiyle cüce.

“Sizi tanımıyorum sanırım. Şu an çok meşgulum. Benden ne istiyorsunuz?”

“Peki.” dedi cüce. Dışarı çıktı.

Binnaz adamın ne demek istediğini anlayamadan sıradaki müşteriyle ilgilenmek zorunda kaldı.

Yarım saat geçmişti. Evine dönüp yemek yapmak istiyordu. Bu akşam televizyon izleyecekti. Dizi gecesiydi. En sevdiği programları hep pazartesi gecelerine koyarlardı. Sanki başka günlere koysalar pek bir şey değişecekti. En son ne zaman bir gece evden çıktığını hatırlamıyordu.

Müdürü Binnaz’ı çok severdi. O akşam vardiyasını tamamladığında “Bugün çok iyi iş çıkardın. Sen olmasaydın ne yapardık?” demişti. Müdür pek iltifat etmesini sevmezdi. Binnaz kendini iyi hissetti ve “İyi geceler.” dedi. Marketten çıkıp sokağın köşesine doğru yürürken köşede kendisini o cücenin beklediğini gördü. Yolunu değiştirmeyi denedi ama pek de korkmadı. Nasıl olsa onun gibi iri bir kadın için bir cüce zararsız sayılırdı.

“Merhaba hanımefendi. Şimdi müsait misiniz? Beni dinler misiniz?” dedi cüce elindeki kağıt kaseden sıcak bir kestane çıkarırken.

“Ne kadar da inatçısınız. Hayrola merak ettim şimdi. Buyurun dinliyorum. “

Tipi şeklinde kar yağıyordu. İkisi de iyice sarınmıştı. Birbirlerini duymak için bağırmak durumunda kalıyorlardı. Gülünç bir durumdu bu.

“İsmim Fevzidir küçük hanım. Sizi eskiden beri tanırım. Kestaneyi çok severim. Siz de alır mısınız.”

Binnaz hiç tereddütsüz Fevzi’nin ona uzattığı kağıt torbadan bir sıcak kestane aldı. Çünkü çok severdi.

“Benim evim buralara çok yakın. Sizinle biraz yürüyebilir miyim?” dedi Fevzi.

“Hay hay, bir sorun mu var acaba küçük bey?” dedi sırıtarak Binnaz.

Fevzi gülerek “İnsanlar vücudumdan dolayı genellikle bana tebessüm ile yaklaşır. Kimsenin bana acımasını istemem. Lafım size değil. Hani bu kendini bilmezlere.”

“Neyse efendim. Sadete gelelim. Çocukluğunuz Rikapkar sokakta geçmedi mi sizin?

Bakın beni nereden hatırlayacaksınız hemen söyleyeyim. Ben o zamanlar ağabeyiniz sayılırdım. 117 numaradaki Mıstık Zücaciye’yi dayım işletirdi. Beni de o büyütmüştür. Yani ben sizi ip atladığınız dönemlerden biliyorum Binnaz hanım.”

“Aa ne kadar garip. Mahmut amcanın yeğeniydiniz demek ki. Oysa ki sizi hatırlamam gerekir.”

“Bana Fevzi diyin lütfen. O zaman mahallede arkadaşlarınız pek umursamazdı beni. Eğlenip dururlardı. Dalga geçerlerdi. Bir gün dükkanın önünde dayımla otururken, yakar top oynarken görmüştüm sizi. O zamanlar da arkadaşlarınızın arasından sıyrılıp hemencecik ayırt edilebiliyordunuz. Hatta topunuz bizim dükkanın önüne kaçmıştı. Ben de topu size vermek için yakalamaya çalışırken ayağım takılıp yere düşmüştü. Pantolonum yırtılmıştı. Bütün arkadaşlarınız benimle dalga geçmişti. Siz ise yanıma gelip iyi olup olmadığımı sormuştunuz. İşte orada tanışmıştık.”

“Gerçekten hiç hatırlamıyorum. Kimler vardı ki arkadaşlarımız yanımızda. Ben bazılarıyla hala görüşürüm. Onlara sorayım. Sizi de çıkaramadım Fevzi bey.”

“Bu çok normal Binnaz hanım. Çünkü sizinle tanışmamızdan birkaç gün sonra ben ne kadar sizi görsem de karşılaşma, konuşma fırsatımız olmamıştı. Sonra da başka bir şehre taşınmak zorunda kalmıştık.”

“Ha o zaman siz Mahmut amcanın işlerinin bozulduğu günlerde oradaydınız.”

“Evet tamamen öyle.”

“Mahmut amca ne yapıyor şimdi?”

“Üç sene önce sizlere ömür. Geride üç çocuk bir beş torun bıraktı.”

“Ah çok üzüldüm. Allah rahmet eylesin.”

“Neyse efendim. Ben de bir süre önce tekrar İstanbul’a dönmek zorunda kaldım…”

“Tam olarak nerede oturuyorum demiştiniz. Ben çünkü 20 dakikaya evime varacağım. İsterseniz yarın markete gelirsiniz bir çayımı içersiniz.” dedi Binnaz.

“Yoo hayır. Evimiz zaten birbirine çok yakın. Sizi dün işe giderken gördüm. Önce kim olduğunuzu çıkaramadım. Sonra sizi takip ederek nerede çalıştığınıza baktım.Özür dilerim. Allahtan çok uzakta dilmişsiniz.”

“Keşke sorsaydınız. Neyse buyurun o zaman beraber yürüyelim. En son İstanbul’a dönmek zorunda kaldığınızı söylüyordunuz.”

“Evet, İstanbul’a döndüm. Biliyorsunuz bizim gibilerin ayakta kalabilmeleri zor oluyor. Burada hep ertelediğim bir işim vardı. Çok önemliydi. Onun için geldim buraya. Bir arkadaşımın yanında kalıyorum geçici olarak.”

“Öyle mi. Nedir İstanbul’a geri dönmenize sebebiyet veren şey?”

Yürümeye devam ediyorlardı. Kar şiddetini azaltmıştı. Hava yumuşuyor gibiydi.

“ Çok uzun hikaye Binnaz Hanım. Gerek yok anlatmaya. İstanbul’da da pek tanıdık kalmadığı için. Tanıdığım birisini görünce sohbet etmek istedim. E e siz neler yapıyorsunuz efendim?”

“Ben yaklaşık 4 senedir o gördüğünüz yerde çalışıyorum. Ben tek çocuktum. Annem ve babam uzun yıllar önce vefat ettiler. Akrabalardan da burada pek kimse kalmadı. Ekonomik sebeplerle mahallede de kalamadım. Buraya yerleştim. Üniversiteyi kazanamadım. Açıköğretimde okurken terk ettim. Şimdi memnunum ve yalnız bir hayat yaşıyorum. Birkaç arkadaşım var. Rütin yani anlayacağınız.”

“Olsun efendim.” dedi Fevzi kestane uzatarak,

“Olsun. her şeyin başı sağlık. E peki çoluk çocuk olmadı mı hiç?”

“Yok nerdeee. İstemedim başlarda. Sonra da istesem de bulamadım bi hayırlı koca. Artık bu saatten sonra talih kuşu bile yaramaz bana?”

Güldüler.

“E siz de çoluk çocuk var mı Fevzi bey?”

“Dedim ya. Bizim gibilerin ayakta kalması zordur diye. Bir türlü göğsümüzü gere gere dolaşamadık şu hayat şartlarında. Halbuki dünyanın en basit şeyiymiş.”

“En zor şey basit olandır.”

“Valla ben anlamam bunlardan Binnaz hanım, siz öyle diyorsanız öyledir. Pek okuyamadım ben.”

“Şimdi ne iş yapıyorsunuz peki?”

“Ben anahtarcıyımdır efendim. ”

“Ne kadar enteresan. Nereden öğrendiniz bu mesleği?

“Aslında dedim ya dayım bakmıştır bize diye. Biz İstanbul’dan ayrıldığımızda Edirne’ye taşındık. Orada eski bir tanıdığının yanına çırak olarak verdi beni orada öğrendim.”

“Eh burada nasıl iş buldunuz.”

“Aslında henüz bulmadım. İşsizim. Bir arkadaşımın yanına geldim dedim ya önce halletmem gereken bir şey var. Ondan sonra bakacağım. Edirne’den tanıdığım bir savcı vardı buraya geldi onun vesilesiyle Adliyelerden birisinde çaycılık yapacağım sanırım.”

“Eh umarım isteğiniz kabul olur da bir an evvel İstanbul gibi koskoca bir şehirde düzeninizi kurarsınız.”

Binnaz evine yaklaşıyordu. Artık ayrılma zamanı gelmişti. Evinin sokağına girerken Fevziye oturduğu sokağı gösterdi.

“İşte benim evim şurada. Siz nerede oturuyorsunuz?”

“Ben de iki sokak aşağınızda oturuyorum. Tesadüfe bakın ki.”

“O halde görüşmek üzere diyelim.”

“Olur mu efendim size kapınıza kadar eşlik ediyim. Burası İstanbul neler olacağı belli olmaz.”

Gülerek “İlahi siz, ne olacak canım. Bu yaşıma kadar bir şey gelmediyse başıma bu saatten sonra da gelmez.”

Binnaz ve Fevzi, Binnaz ın evinin kapısına kadar beraber yürüdüler. Binnaz artık evine gitmesi gerektiğini ve Fevzi beyi her zaman markete beklediğini söyledi.

Vedalaştılar.

Binnaz şaşırmıştı. Hiçbir şekilde hatırlayamayacağı birisinin, üstelik çocukken tanıştığı birisi, yıllar sonra karşısına çıkıp da onu eski anılara götüreceğini bilemezdi. Evinin kapısını açarken düşündü. Yalnızdı.

Üstünü çıkardı. Kendine bir çay demledi. Dün gece yaptığı kekten atıştırmaya başladı. Televizyonu açtı. Dizisine yetişmişti. Özet bölümünü izledi. Reklam arası oldu. Camdan dışarı yağan kara bakmak istedi. Pencereyi açtı. Hava çok güzel kokuyordu. Her yer bembeyazdı. Tipi durmuş lapa lapa kar yağıyordu. Rüzgar yoktu. Çok güzel bir sessizlikti. Sokakta kimsecikler yoktu.

Köşedeki sokak lambasının altında kardanadama benzeyen bir şey gördü. Başka mahalle çocuklarının yaptığı bir şey olduğunu düşündü. Ama ağzında sigara tüttüren bir kardanadam olmazdı. Fevzi idi bu. Her yanı kar olmuştu. Binnaz a bakıyordu. Binnaz da ona baktı.

Yalnızdı. Ne olacak dedi.

Fevzi elindeki kağıt poşet i kaldırıp gösterdi. Binnaz güldü. Bir yandan da eliyle işaret ederek “Gel, gel” dedi. “Donacaksın orada.”

Otomata bastı. Fevzi yukarıya çıktı. Şöyle dedi Binnaz’ın kapısında: “Kestane sevdiğinizi tahmin etmiştim.”

Binnaz ise “Gel bir çayımı iç bari. Niye bekledin ki dışarıda?”

“Ben beklerim hanımefendi.”

“Bana artık Binnaz de.”

Çay çok güzeldi Fevzi için. Bir bardak daha istedi. Hoş sohbet ediyorlardı.

Binnaz bir bardak ince belli daha doldurmak için mutfağa gittiğinde, Fevzi elinde yastıkla arkasına geldi. Belinde sakladığı tabancayı çıkardı. Yastığı iri binnazın beline dayadı. Silahı ateşledi. Tahmin ettiğinden daha az ses çıkmıştı. Binnaz çığlık atamadan yere yayıldı.

Fevzi, Binnaz yere düştüğü gibi yastığı alıp bu sefer Binnaz ın başına dayadı. Bir kere de orada ateşledi. Binnaz ses çıkaramadan ölmüştü.

Bütün mutfak kan gölüne dönmüştü.

Fevzi o gecenin büyük bir kısmını Binnaz’ın ölü ve ağır bedenini yatağına taşımaya harcadı. Banyodan bir bez getirdi. Kanları iyice temizledi. Binnaz’ı çırılçıplak soydu. Odası mis gibi kokuyordu. Mutfağa gitti. En iri iki bıçağı kapıp geldi. Önce onun bütün bedenini kokladı. Sonra göğsünün tam ortasından deşmeye başladı. Boynundan miğdesine kadar derin bir yarık açtı. Hala tam anlamıyla soğumamış göğüs kafesini ortadan ikiye ayırıp parçaladı. Organları sımsıcaktı. Üstü başı kan olmuştu. Göğüs kafesini iyice açtı. Epey vaktini alıyordu bu.

Binnaz gerçekten iri bir kadındı. Onu parçalamak çok yormuştu Fevziyi. Kalbini, akciğerlerini, miğdesini, dalağını ve bağırsaklarını kesip çıkardı. Yatağın kenarına attı. Oda çok kötü kokuyordu. Camı sonuna kadar açtı. Odanın içine kar yağmaya başlamıştı.

Başından ayaklarına kadar tüm organlarını çıkardı. Kenara attığı kalbi geri aldı. Fevzi de soyundu. Binnazın gövdesinin içinde açtığı boşluğa girdi.Her tarafı kan dı. Silahını da yanına aldı. Artık tam anlamıyla Binnaz’ın içindeydi. Sıkıca sarıldı ona. Her yerini okşadı. En son yorulduğunu hissettiğinde, Binnazın kalbini kendi göğsünün ortasına koydu. Birkaç saat önce Binnaz’ın itinayla atan kalbinin yerinde şimdi gerçekten de Fevzinin kalbi atıyordu. Binnazın gövdesinde açtığı yarığa iyice sıkıştırdı kendini. Binnazın kalbini avuçlayarak göğsüne dayadı. Diğer eliyle de silahı avucuna, kalbine dayadı.

Çok yorgundu. Kendini vurdu. Odaya kar yağıyordu. Sabah olmuştu.

///

Fevzi uzun yıllar hapis yatmıştı. Kendini bildi bileli hapisteydi. Her şey küçük bir kız yüzündendi.

Küçükken mahallede aşık olduğu Binnaz bizimkini bilmezdi bile. Onunla tanışmak için türlü türlü hikayeler uydurmuştu. Bir kez bile ne onun ne de bir başka arkadaşının yanına gidememişti ama. Her sabah onunla kalkar okula giderken takip ederdi. Çıkışta yine onu bekler, evine dönerdi. Ama bir kez bile olsun Binnaz onu görmemişti. Küçüktü ya kimse fark etmezdi onu. Bir yaz limonata satmaya bile çalışmıştı o mahallede, sırf Binnaz ı görebilmek için. Ama Binnaz o yaz halasının yanına gitmişti. Bir keresinde mahallenin çocuklarından birisiyle kavga bile etmişti. Sırf şişko dedikleri için Binnaza. Onu daha rahat görebilmek için okulu bırakmıştı. Okuyacağı da pek yoktu zaten. Annesi doğum esnasında ölmüştü. Babası parasızlıktan başka çocuk yapamadı. Zaten kıt kanaat geçiniyordu. Şişli de bir handa çaycılık yapıyordu. Zücaciyeci bir dayısı hiçbir zaman olmadı Fevzinin. Fevzi de babasına yardım ederdi. Boş zamanlarında Binnaz ile ilgilenirdi hep. Onu hanın karşısındaki otobüs durağında görmüştü ilk kez. Ve orada başlamıştı her şey. Başka bir şey olması beklenemezdi.

Babası Fevzinin tam da adam olacağını düşünürken, Fevzi 18 yaşına bastığı gün, yine okulunun çıkışında Binnaz’ı gözlerken, Binnaz’a saldıran ve eteğini indirmeye çalışan bir serseri çocuğu öldürmüştü. Bu çocuk Binnaz’ın okulundan değildi. Olay çıkarmaya başka bir okuldan gelen sürekli sokak kavgalarına karışan bir çocuktu. O gün okulun tüm kızlarına sataşırken aralarından en irisi olan Binnaz’ı kendine kurban seçmiş ve tüm okula rezil etmişti. Kimse çocuğa bir şey yapamıyordu. Ama Fevzinin bildiği bir şey vardı. Çocuğun nerede oturduğunu biliyordu. Hemen evine gitti. Babasınnın dedesinden kalma silahını aldı. Serseri çocuğu gördüğü yerde vurduğunda gözünü bile kırpmamıştı. Kaçmadı. Yakalandı. Polislere cinayetin gerçek nedenini söylemedi. Kimse o serseri çocuğun öldürüldüğüne şaşmadı. Babası Fevzinin adam olamayacağına kanaat getirdi.

Fevzi 24 sene hapis yattı. Af ile çıktı. Hapise girerken hayatına yeni bir başlangıç yapmak istiyordu. Binnaz için buna değer diyordu. Bir gün geri döneceğim diyordu. Hapisteyken bir torba dolusu kağıda yazılar yazdı. Yazı torbası diyordu ona. Binnaz içindi hepsi. Fevzinin babası hapis olmuştu. Hapiste tecavüze uğradı. Adam bıçakladı bu yüzden. Kimse onu önemsemiyordu. Hapisten çıktığı gün tüm o yazdıklarını yakacağına söz vermişti kendi kendine. Hapisten çıktığında babası çoktan ölmüştü. Çaycıyı da eski bir dostları işletiyordu. Onun yanına gitmişti. Hapisten çıktığı ilk gün yazı torbasını eline aldı. Bolca içki içti. Çok keyifliydi. Sokaklarda yürümeye başlamıştı. Her bir sokağı dönerken torbanın içinden bir kağıt yazı çıkarıyor ve yakıyordu. Sonra en son içkinin de etkisiyle kağıtların hepsini yakıp bir çöpü aleve verdi. Oradan kaçarken yine ayağı takıldı. Dar bir sokakta kaldırımların üzerine düştü. Kalkacak hali yoktu. Bir apartman girişine yığıldı. Uyuya kaldı. Sabah kolları göğsünde sıkı sıkı uyurken bir ses ile irkildi. “Allah kurtarsın”. Kafasını kaldırıp sırtını dönene kadar hiçbir şey anlamamıştı. Sırtını döndüğünde aliminyum bir kapta sıcak bir çorba ile bir plastik kaşık ve yanında karton tabaka üzerinde yarım kesilmiş ekmek gördü. Kafasını kaldırıp sesin geldiği yöne baktı. Yaşlı bir kadın arkası dönük yürüyordu. “Sağol teyze” dedi. Başı ağrıyordu. Ekmeği aldı; çorbaya bandı. İlk yudumunu yerken karşı apartmanın kapısı açıldı. Binnaz dışarı çıkıyordu. Bu yüzü asla unutmazdı. Hala aynıydı. Ona bir kez daha aşık oldu. Çok kötü olmuştu. Tam da, hapisten çıkıp artık adam olacağını düşündüğü bir anda yine babasının yadigar silahını almaya gitti. Binnaz’a bir kez daha aşık olamazdı. Fevzi’nin ikinci bir hayatı yoktu çünkü. Ama işte…

O sabah uyandığında sokağın birinde, karşı apartmandan çıkan Binnaz’ı görünce, dayanamadı.

Aşık oldu.

Hiç yorum yok: