20 Kasım 2006 Pazartesi

Döküment

“Yine yeni bir gün” dedi; artık ölmek için bile can çekişecek enerjisi kalmamışken güzel ve güneşli bir pazar sabahında kendisine kahvaltı tabağını uzatan hemşireye: “Bazen güneşi görmenin ne kadar sıkıcı olduğunu asla tahmin edemezsiniz hemşire hanım.”

“Yine çok gevezelik yapıyorsunuz Kemal Bey, günaydın demeniz yeterliydi.”

Kemal Bey, son 9 ay 10 gündür aynı hastanenin aynı 13 metrekarelik odasında kalıyordu. Pek ferah sayılmazdı. Ama hasta yatağından kalkamayan ve ölümünü bekleyen biri için gayet de ‘başarılı’ bir odaydı. Kanserdi ve çok yakında ölmesi bekleniyordu. Artık doktorların gelip durumunu kontrol etmesi Kemal Bey için önemsiz bir hal almıştı. Yüzlerine bakamıyordu bile. Umudu tükenmişti. Görmek istemiyordu onları. Kimsesi de yoktu. Sadece her pazar akşamı, 23 sene yattığı cezaevinde dost olduğu gardiyan arkadaşı Selim uğrardı yanına. Aslında Selim Bey’in uğramasının bir sebebi de hastanenin kendi evine yakın olmasıydı. Ama bilirdi Kemal Bey’in yalnız olduğunu. O koskoca hastanede, her gün birilerinin gözyaşlarını duyduğu hastanede, Kemal Bey hiçbir kimsenin kendisi için gözyaşı dökmeyeceğini bile bile hayatına veda edecekti. Artık hissediyordu. Onu, nefes almakta bile zorlanan Kemal’i, hasta yatağından kaldırabilecek tek şey, az önce kendisine çok gevezelik yaptığını söyleyen Hemşireydi. İsmi Güldü. Gül mesai saatleri dışında da Kemal Bey’in yanına uğrar, onunla sohbet ederdi. Şu 9 aylık sürede tek yakını Gül olmuştu. Gül orta yaşlı ve dul bir kadındı. Kemal Bey ile bazen beraber gülerler, bazen de Gül Kemal bey’in omzuna yaslanır ağlardı.

Kemal Bey iyice çökmüştü. Akciğer kanseriydi. Ve yaşamakta zorlanıyordu. 58 yaşında biri için talihsizlikti.

O sabah ölmek istiyordu.

Gül’ün nabız atışlarını ölçmesini seyretti. Saçlarını toplamasını. Perdeleri açmasını. Terliklerini yere sürtmesini... Sırtını bile sıyıracak kadar enerjisi yoktu Kemal Bey’in. Gül geldi; dolaptan yeni ve temiz bir tişört çıkardı. Dün gece çok terleyen Kemal Bey’in tişörtünü değiştirdi. Kemal Bey siyah giymeyi severdi. Bu sabah Gül hanım ona beyaz bir tişört giydirmişti. “İşte ölmek için güzel bir gün” dedi kendi kendine. Gül hanım ona “Başka bir arzunuz var mı Kemal Bey” diye sordu. “Gitmeni istemiyorum. İki dakikanı bana ayırır mısın. Sana birşey söyleyeceğim.” Dedi.

“Ne oldu Kemal Bey? Kendinizi iyi hissetmiyor musunuz?”

“Hayır” dedi. “Tam tersine bugün kendimi çok iyi hissediyorum. Bunca zamandır o kadar çok şey konuşuyoruz seninle değil mi gül?”

“Evet, Kemal Bey?”

“Senden bir ricam olacak. İki gün sonra elinde bir tutam çiçekle babamın mezarına gidip çiçekleri ona bırakmanı istiyorum. Akşamcı çalışıyorsun değil mi o gün sen?”

“Evet Efendim”

İyi işte sabah gider babamın mezarına bırakırsın o çiçekleri. Bir de senden boş bembeyaz bir sayfa ve bir zarf istiyorum. Oraya bir şeyler karalayacağım. Onu da oraya bırakmanı istiyorum. Babamın ismi Emrullah tır. Eyüp mezarlığının tepesinde yatar. Her sene ona bu çiçeği ve mektubu armağan ederim. Bunu benim için yapar mısın Gül?”

“Tabiki Kemal Bey, bunu seve seve yaparım. Ben kağıt ve zarfı getiriyim.”

Gül odadan çıkarken ona hiç hissetmediği bir tebessümle baktı Kemal Bey. Gül hemen geldi. Zarfı, kağıdı ve kalemi yatağının başına bıraktı. “Bir saat sonra uğrar alırım sizden o zarfı.”

“Tamam” dedi Kemal Bey. “Bu arada” dedi Gül “Okunaklı yazın ki babanız daha rahat okuyabilsin?”

Güldü Kemal Bey. “İki günlük izninde ne yapacaksın Gül?” Gül izin almıştı o iki gün. Çocukların dan küçük olanı, ki iki kızı vardı, rahatsızlanmıştı onunla ilgilenmesi gerekiyordu. “Benim ufaklık çok nazlı. Onu da iyileştirmem gerekiyor.”

“İki gün sonra görüşürüz o zaman Gül. Selam söyle çocuklara benden. “

“Söylerim. Hadi artık yazın şu mektubu.”

Gül bir saat sonra odaya tekrar döndüğünde Kemal Bey mektubu çoktan yazmıştı. Mektubu aldı ve kemal Bey’in tepsisini de alarak “Kendinize iyi bakın kemal bey. Bir şey olursa buradayım biliyorsunuz. Birazdan işten çıkacağım. Görüşürüz.” Dedi.

Kemal Bey ona sadece gülümsedi.

Gül arkasını dönüp giderken ona seslendi.

“Gül!”

“Efendim”

“Yok birşey. İyi tatiller sana.”

Gül sırtını döndü ve odadan çıktı.

Gül Hanım iki gün sonra Eyüp mezarlığına gitti. Sabah sabah çok güzel kokuyordu orası. Güzel de bir gündü. Karanfil almıştı Kemal Bey’in babası için. Emrullah Bey’in mezarını ararken, hayatının en büyük hüzünlerinden birini yaşadı. Emrullah Bey’in mezarını bulmuştu. Kemal Bey’inkini de... Emrullah Bey’in mezarının yanında yatıyordu Kemal Bey.

En son görüştükleri gün ölmüştü Kemal Bey, ama Gül hanım bunu bilemezdi. Kızıyla ilgilenmekten unutmuştu Kemal Bey’i. Hastaneden kimseyle konuşmamıştı. Çünkü nefret ediyordu oradan. Kemal Bey’in üzerine örtülmüş taze toprağı elleriyle avuçladı gül. Diz çöktü önünde. Karanfilleri mezarının başına bıraktı. Henüz mezar taşı bile yoktu Kemal Bey’in. Üstelik kimsenin mezar taşı yaptıracağı da yoktu. Kendisi de yaptıramazdı. Kemal Bey’in kendi yazdığı mektubu nereye bırakacağına karar veremedi. Babasının mezarına mı yoksa Kemal Bey in mezarına mı bırakmalıydı. Gözyaşları içinde zarfı açmaya karar verdi.

Zarfı açtığında gördüğü şey. Asla unutmayacağı ve her hatırladığında boğazının düğümleneceği bir şeydi. Kemal Bey, evet Kemal Bey, öleceğini hissetmiş, üstelik ölmek için hiç çaba sarfetmemiş olan Kemal Bey, zarfın içinde üzerine hiçbirşey yazılmamış bembeyaz bir kağıt parçası bırakmıştı. Kağıt parçasında çok şey yazıyordu aslında. Ama hiçbirşey yazmıyordu.

Gül hanım Kemal Bey’in mezarına bir daha gidemedi.

Hiç yorum yok: