20 Kasım 2006 Pazartesi

İnanılmaz (geri kalanı bir gün yazılacak)

Kusursuz bir alyanağın tebessümüyle başlamıştı her şey… Çalıştığı şirketin en kıdemsiz çalışanı olduğunu düşündü asansöre her sabahki binişlerinden birinde. 14 katlı bir binada çalışıyordu. Her sabah yorgundu. 12 Numaralı kata çıkmak için düğmeye bastı. En üst katlardan birinde çalışıyor olması en kıdemli çalışanlardan birisi olduğunun kanıtı değildi. Sadece her sabah asansörün kapıları açılır ve sıcak kahvesini kattaki kafeteryadan alır ‘pöfürdete pöfürdete’ masasına giderdi. İlginç biriydi. Hani şu sadece soru sormadan anlatacak bir şeyi olacak tiplerden.

İşte o sabah; üstelik her sabah kapısında beklediği asansörde, birisini keşfetti. Asansöre binen bir kimsenin henüz ter kokmadığı saatlerdendi; kendine henüz yeni gelmişti. Herkes yüzünü asansörün kapısına döndüğü zamanlarda, o sırtını kapıya verir aynada kendini izlerdi. İşte o sabah kendini izlediği ve gözaltlarıyla oynadığı bir zamanda bir başka gözün kendisini izlemekte olduğunu fark etti. Sırtını kapıya dayamış ve saçının kahküllerini nefesiyle ters teptiren ve üstelik bunu bir oyun haline getiren bir kadın tarafından izlendiğini keşfetti. Asansör, henüz herkesin terleyeceği kadar rahatsızlık vermiyordu. Üçüncü kata çıkılmıştı bile. Asansörde bulunan kat düğmelerinden hepsine basılmıştı; en son 12. katta o inecekti. Her katta durup en üst kata çıkmanın ne kadar sıkıcı olduğunu düşündü. Radyosunun kulaklarını çıkardı ve sessizce “homo sum humani nihil a me alienum puto” (İnsanım, insanca olan hiçbir şeyi kendime yabancı saymam.) diye hayıflandı. Yoğun bir iş günü olacağını tahmin ediyordu. Ama işte o anda gözleri onu gözleyen o kadına ilişmişti.

Şimdi de dördüncü katta inecek vardı. Tekrar kapılar açıldı. Aslında çok komik bir durumdu bu. Kadını seyretmeye devam ediyordu hala. Harikaydı. Hariküladeydi. Daha önce gördüklerine hiç benzemiyordu. Aslında objektif düşünülürse tabiî ki de benzemeyecekti. Ama şunu biliyordu ki; çarpılmıştı. O an bir işyerinde olmamayı umut etti. Asansörden inmek istemiyordu. Karşısındaki kadının hangi katta ineceğini çok merak ediyordu. Kadın, gözünü ondan kaçırıyor ama 4-5 saniye sonra tekrar gözlerini ona çeviriyordu. Sonra tekrar gözlerini kaçırıyor ardından yeniden bakmaya başlıyordu. Tam da bu duruma heyecan duyacakken, kadının yine gözlerini çevirişlerinden birinde, onu çok mutlu edecek bir şeye rastladı. İki kırmızı yanak… Dokunmak istemişti. Tabiî ki de dokunamamıştı. Kadının gözleri dolmuştu. Ve gözyaşı dökmeye hazır ve sulu gözleriyle ona bakmaktaydı. İşte tam o sırada asansörün kapısı açıldı ve kadın sırtını dönerek oradan uzaklaştı. 9. kattaydı.

Asansörde bir tek o kalmıştı, en son o inecekti. Yani 12. katta. Hala kendisine gelememişti. Az önce kendisine ne olduğunu anlamamıştı. Ancak 9. katta artık bir şeyler olduğunu biliyordu.

Asansörden indiğinde muhasebe müdürüyle karşılaştı, ona keskin bir “Günaydın” diyerek yoluna devam etti. Masasına vardığında o kadının nereye gitmiş olabileceğini ve kim olduğunu çok merak etti.

Mesaisinin ilk saati yoğun geçmekteydi. Gördüğü ‘şey’i aklından çıkaramıyordu. 9. kata inmeye karar verdi.

“Nereye gidiyorsun?” diye seslenen, bölüm müdürüydü. “Senden istediğim dosyaları bulabildin mi?”

“Yessör!, lavaboya gidiyorum geleceğim.”

9. kata indiğinde acele etmesi gerektiğinin farkındaydı. Katta tanıdığı herkese o kadını tarif ederek tanıyıp tanımadıklarını ve nerede çalıştığını sordu. Tüm odaları ve masaları gözleriyle didik didik etti. Ancak bir sonuç alamadı. Kadının gözleri aklından çıkmıyordu.

Tekrar işinin başına döndüğünde müdürüne vermesi gereken belgeleri teslim etmesinin çok zor olduğunu fark etti. Yine gecikmişti. Bugün teslim edemeyeceği bir işini yarın teslim etmek onu her zaman mutlu ederdi. İşten kaytarmayı aklına koymuştu. Ve o kadının peşinden gitmeye kararlıydı. Kimsenin “Nereye gidiyorsun?” demesine fırsat vermeden ortadan kayboldu.

İlk karşılaştığı kişi ‘6 yıllık iş arkadaşı’ idi. Ona, başından geçenleri ve olması gerekenleri anlattı. Karşıdaki için ‘başından geçenler’ daha önemliydi. Tüm alt katı da dolaştıktan sonra. Bir alt katı daha kontrol etmeye karar verdi.

Ne yaptığına emin olmadan hareket etmeye karar vermek sadece içgüdüleriyle bağdaşabilirdi. Ama o buna hayatında ilk defa karşı çıkmaya karar verdi. Çünkü ne yaptığını biliyordu. Emindi.

Bir alt kata daha indi.

Bazen yeni bir devinime geçmeden derin bir nefes alınır ve yola devam edilir. İşte öyle bir haldeydi. 10. kata indiğinde orada çalışan pek kimseyi tanımadığına ve tuvalete gitmek istediğine kanaat getirdi. Gitti; işedi. Pisuvar’da yanında duran adamın malafatına baktı. İşediği yere tükürdü ve fermauarını kapadı. Ellerini yıkamayı unuttu.. Dışarı çıktı. koridorda tekrar bir başka yöneticiye rastladı; elini sıktı. Ve hiç gitmeyeceği bir bowling turnuvasına gitmemesi gerektiğine karar vererek yanından uzaklaştı. 10. kattan bugün pek ses çıkmıyordu. Çünkü bölüm müdürleri yıllık iznine çıkmıştı. Herkes sigara odasında zehirlenmeye devam ediyordu. Odaya girip bir sigara yaktı. Üçüncü nefesini çekmeden “Ne yapıyorum ben” diyerek orayı terk etti.

Onuncu katta hiçbirşey olmadığına kanaat getirip dokuzuncu kattan itibaren kadınlar tuvaletini de bu işe dahil ederek kontrol etmeye karar verdi.

9. u katı bu kadar kısa sürede kontrol edeceğini asla tahmin edemezdi. Çünkü kadınlar tuvaletine giren bir iş arkadaşını tam aynı yerde tuvaletten çıkarken yakalamıştı. Kendi kendine bu bir saçmalık olmalı diye düşündü.

Bir alt kata yani 8. kata inerken kafasında olan tek şey, bir papatya idi. Papatyaların çok olduğu bir yere gidip arasından birini seçmek için çiçeklerin üzerine eğildiğinizde hepsinin birbirinden farklı olduğunu keşfedersiniz. Ancak işte, içinizden gelen ne ise o çiçeği koparır birisine verirsiniz. O, merdivenleri inerken bir papatya dan çok daha fazlasına ihtiyacı olduğunu düşündü. 8. katta çalışanlardan kimisiyle sohbet ediyor; kimisiyle de şakalaşıyordu ayak üstü. Ancak bir türlü o kadını bulamıyordu. Üstelik nereden bulabilirdi. Sihirli bir pabucu yoktu ki. Tam da bir alt katın merdivenlerini inerken, merdiven boşluğuna bakmayı akıl etti. Yorgun ve merdivenin demirlerine ne yaptığını bilmez bir halde dayanıp merdiven boşluğuna bakarken o, birkaç alt katta, o kadının kendisine baktığını gördü. O harikülade farika bir sessizlikti. Ona uzun uzun bakmayı istedi. Ne yapacağını bilemedi. O kat boşluğunda adam, kadına aşık oldu. Kadın, elini kendi göğsünün üzerine koydu. Adam hala merdiven demirlerine sıkıca sarılmış ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Kadından en az üç kat daha yukarıda onu izlemekteydi.

Kadınına baktı. Kadın geri çekildi. Sonra sadece bir tek elinin kadının, sol elinin, merdiven demirlerine sıkıca sarıldığı görülecek şekilde orada durmasını izledi. Sonra o el de kayboldu. Hemen oracıkta merdivenden aşağıya koşmaya karar verdi. Koşuyordu. “Güvenliğe gitmem gerek. Onun kim olduğunu bulmam gerekiyor.” dedi kendi kendine. Ancak 5. kata inmesine rağmen onu merdiven aralıklarında bulamadı. “Buradan çıkmalı ve giriş kapısına gitmeli” dedi kendi kendine. “Ben bir oyunun içindeyim.”

Giriş kapısına geldiğinde güvenliğin kendisini pek de hoş karşılamadığını anlayacaktı.

“Yukarıdan telefon geldi. Nerede olduğunuz merak ediliyor bayım.” dedi içlerinden birisi “Merhaba, ben ‘şu’ yum. ‘Şurda’ çalışıyorum” dediğinde o. “Boşverin onu” “’Şu’ saatlerde ‘şu’ yere giren ‘şu’ kadını arıyorum ben. Ona ihtiyacım var.”

Kendisini güvenlik elemanlarına böyle açıkladığı ve nasıl olup da işte olduğunu unuttuğu bir günde, kendisinden çok utandı. Çünkü karşısındaki danışma görevlileri birbirinden bağımsız boş gözlerle kendisini izlemekteydi. Utandı hepsinden.

“Neyse” dedi. “Beni boşverin. Ya da onu. Bu konuşmayı hiç yapmadığımızı düşünün. Ve işinize devam edin. Karşı görüşü olan?”

Danışmadakiler ve güvenlik görevlileri, bu telaşlı beyefendiyi daha fazla yormak istemezcesine sessizliklerini korudular.

Binanın kafetaryası çok büyüktü. Orada soğuk bir şeyler içmek istemediğine kanaat getirdi. Yine de buzlu bir soda alıp, çalıştıkları binanın yan duvarındaki aralığa çıkıp bir sigara içmek istediğine karar verdi. Birkaç saat içinde bitiverecek ufak bir macera yaşıyordu sanki. Hiçbirşeyi umursatmayacak kadar hüzünlü bir bakışı o sabaha kadar hiçbir kadında görmemişti. Bu iyiye işaret değildi. Ama nasıl olsa ki bunu umursamıyordu.

Yüzlerce kişinin çalıştığı büyük binalarda çalışmanın en büyük keyiflerinden biri, her çalışanın kendi özel mabedini yaratabileceğiydi. Bizimkinin en keyifli vakit geçirdiği yerlerden biri binanın içinde dönen suyun arıtıldığı makinelerin bulunduğu alanlara yakın olan bir köşeydi. Orada durduğunuzda ağır bir makine sesi kulaklarınızı rahatsız etse de, bazen ufak bir köpük tarafından rahatsız edilebilirdiniz. O arıtma tesislerinden gelen köpük ve küçük damlalar her zaman içinizi ferahlatırdı. Bunu açıklamak zordu. Ancak çok zor da değildi.

O, köşeye geçip köşesine çekildiğinde ve tüm bu yaptıklarının bir saçmalık olduğuna kanaat getirdiğinde, cebindeki çakmağını sigara odasında unuttuğunu fark etti. Yere çöktü.

Oturdu. Derin bir nefes alınmayacak kadar keyifsiz bir ortamda derin bir nefes aldı. Sol kulağının üstüne ufak bir baloncuk düştü. Kafasını sola çevirdi.

Ve o kadını gördü.

Kadın onun için oradaydı.

O tüm katlarda o kadını ararken. Kadın onu buluvermişti. Ve üstelik bunun için çok da çaba sarfetmemişti. Kendini iyi hissetmesi gerektiği bir anda kendini rahatsız hissediyordu.

“Ateşin var mı?” diye sordu kadına.

Sesi titrememişti.

Kadın hiç konuşmadan, onun üzerine yürümeye devam etti.yaklaştı, en son geldiği adımdan bir geri adım daha çekilerek orada durdu.

Kadın çok güzeldi. İyiydi. Tatlıydı. Masumdu ama değildi. Her zaman kazanacak bir hali, ama bir kağıt parçası kadar ince kalbi vardı.Tüm bunları düşünürken bizimki, elindeki sigarayı ağzına götürerek, kadının sessizce vereceği ateş ile sigarasını yakmaya çalıştı. Ağzındaki sigarayı kadının çakmaklı eline, yakınlaştırmaya başladığında; baktığı ateş bulanıklaşıyor ve içinde garip ürpermelere neden oluyordu. Ağzında sigara ile o ateşe yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı…

Ve kendine geldi.

Koluna her sabah yapılan iğnenin ucunda, ‘hasta yatağında’ açtı gözlerini. Hemşireler yine onu erkenden kaldırmış ve gereksiz kontrollerinden birini yapıyorlardı. Kan vermek ve onları ölçtürmek, sonra bilgisayardan çıkmış bir kağıt parçasından aldığı değerleri bir başkasıyla tartışmak istemiyordu.

Koluna iğne yapan hemşireye bayılıyordu. Ailesi ise kendisinden umudu kesmiş bir durumda, hala uyuyordu. Artık kimse için çaba sarfetmeye gerek yok diyordu. Onun taptığı hemşiresi farklıydı. O bir iğne yaparken, iğnenin havasını almak için sıktığında iğneyi, iğnenin ucuna bakan ve şaşı gözüken hemşirelerden değildi. Bu bile ona aşık olmak için yeterli bi sebepti. Çünkü ölüyordu. Doktorlar çok fazla bir ömür biçmemişlerdi ona.

Yürüyebiliyordu. Ama koşamıyordu. Konuşabiliyordu ama yutkunmakta problem yaşıyordu. Gülebiliyordu ama fazla bağıramıyordu. İşte böyle bir rüyadan uyandığında o, hayatının en çileli ve berbat günlerini geçirirken, kendisi ile ilgili bir değişiklik yapmaya karar vermişti…

Hiç yorum yok: