Bir yeniyetmenin boğazında düğümlenmiş her şey belki de… Bir yol düşün. Çevresi upuzun ve kudretli çınar ağaçlarıyla dolu. Sadece yolu görebiliyorsun. Marmaris’e inerken bir yol vardır. Çok güzel rüzgar eser orada melankolik… Üstelik çok da güzel hışırdar ağaçlar, yaşlarını belli etmeden. İşte tam da orası gibi bir yer.
Düşün.
Ben yolun başındayım. Henüz güneş pek göstermiyor yüzünü. Yol bomboş. Seni görüyorum. Arkanı bana dönmüş yürüyorsun. Hışırdıyor her taraf. Aramızda epey bir mesafe var. Senin peşinden koşmaya başlıyorum. Ama ne kadar koşsam nafile.Hep bana aynı uzaklıkta koşuyorsun. Saçların çok güzel dalgalanıyor.
Koşuyorum hala. Beyaz kıyafetinle sen eşsiz güzelliktesin.
Koşuyorum.Hızlanıyorum. Ama bir şey değişmiyor.
Güneş tam tepemizde. Yetişemiyorum sana. Kimse yok etrafta.
Güneş batacakken tam. Yolun yanlarına dizilmiş olan ulu çınarların, yavaş yavaş eğildiklerini ve büküldüklerini görüyorum. Güneşe yol veriyorlar. Güneşi görüyorum. Batacakken. Bütün ulu çınarlar eğiliyor. Gökyüzü açılıyor. Yolun üzerini örten çınarlar da. Gün batıyor bir yandan.
Senin peşinden koşarken, senin göğe yükseldiğini görüyorum, kanatların çıkıyor; böyle harika birşey olurken yüzünü görememişim daha düşün; kanatların çıkıyor evet. Yükseliyorsun göğe doğru. Batan güneşe doğru gidiyorsun.
Önümde diz çöküyorum. Ağlıyorum. Yolda yalnızım. Ellerimi kalbime götürüyorum. Bir dilek diliyorum. Kendimi bana aşağıdan selam gönderen ulu çınarların üzerinde görüyorum. Evet, uçuyorum. Müthiş bir şey bu diyemeden seni aramaya başlıyorum.
Evet, işte az önce seni gözümün ucuyla fark ettim. Peşinden geliyorum.
Dik yamaçları, verimli ovaları aşıyorum. Hala seni göremedim. Sesleniyorum sana. Duymuyorsun beni ya da ya da kanatların çok ses çıkarıyor. Çok meşgulsun. Nereye gittiğin ya da ne yaptığın belli değil. Takip ediyorum seni. Ama çırpınıyorum. Üstelik bu mutlu uçuşumun ne kadar süreceğini de bilmiyorum. Sen dik bir vadiyi benden daha kıvrak alıp hızlıca dönüyorsun. Ben ise o vadinin ucundaki kayalığa çarpıyorum. Kendime geldiğimde, vadinin ucunda seni bana bakarken görüyorum. Gözgöze geldiğimizde benden kaçıyorsun o güzel ve renksiz saçlarınla. Senin peşinden gitmek çok mutsuzluk veriyor bana. Kaçıyorsun benim uyandığımı fark ettiğinde. Ben de kendime geldiğimde yönümü değiştiriyorum.
Başka bir yoldan gidiyorum. Dar kayalıklardan geçip, eşsiz bir nehir buluyorum. Sonsuz denizlere açılan, ya da şöyle demeli, umarsız denizlere açılan… İşte o nehrin denize açıldığı bölgede, kendimi o girdabın karşısındaki bir sahilde buluyorum. Kamp yapmaya karar veriyorum. Bir ateş yakıyorum. Kendimleyim. Güzel ve leziz bir ziyafet için avlanıyorum. ‘Onları’ ısıtıyor ve pişiriyorum. Afiyetle yiyiyorum. Nehrin kumsalla birleştiği yerde o ağaçlıkların arasında ayaklarımı uzatıyor ve eşsiz rüyalara dalıyorum. Sonra sabah oluyor. Bir yaprak, göbeğime düşüp kaşınmama sebep oluyor. O sırada bir ses ile irkiliyorum. Sensin.
Nehrin ve denizin birleştiği yerdeki girdapta çırpınan sensin. Üstelik kanatların da yok. Çığlık atıyorsun.
Hemen kendimi toparlayıp denize atlıyorum. Girdaba dalıyorum. Sana doğru yüzmeye çalışıyorum. Seni kurtarmaya çalışıyorum.
En son gördüğüm…
Sualtındayken ben, bir deniz kızı olduğun.… Benim yanıma geliyorsun; tam da denizin dibini boylayacakken ben; beni kurtarıyorsun. Beni sahile bırakmak için, allı pullu bacakların ve kuyruğunla beni sürüklüyorsun. Kendimde değilim. Nefesimi dahi, zor alırken ben, sadece ve sadece yanağıma küçük bir öpücük bırakıyor, ıslak saçlarının yanağıma sürtmesine izin veriyorsun. Kusuyorum. Sen gidiyorsun. Harikasın.
Pullu kuyruğun ne kadar da güzel gözüküyor. Sırtın…
Güneş gözümü alıyor.
Uyandığımda yanımda birileri var. Onlara seni soruyorum. “O deniz kızını gördünüz mü” diye. “Ya o gülümseyen çınarları. Ben buraya uçarak mı geldim. Neredeyim ben?” Kimse ilgilenmiyor benimle.
İçlerinden birisi kumlu kıçının diğer yarısını yakmaya çalışıp dönerken sırtını, “Çok güneşte kalmışsın” diyor.
Kendime geliyor: “Ha evet” diyorum.
Kalkıp kendime gelip, denize giriyorum. Arkama bakmadan yüzüyorum. Yüzerken denize bakıyor ve bir başka dünyayı izliyorum. O sırada gözüme bir şey takılıyor. Denizin dibinde bir şey parıldıyor ve dikkatimi çekiyor. Derin bir nefes alıp, o parıldayan şeyin yanına gidiyorum. Ne olduğunu bilmeden. Benim için çok keyifli. Yavaş yavaş yaklaşıyorum. Ve o parıldayan şeyi avucumun içine alıyorum; su yüzüne çıkıyorum. Kıyıya varana kadar avucumu sıkıp hiç vazgeçmeden yüzüyorum. Kıyıya varıyorum. Avucumu açıyorum içinde ne olduğunu görmek için…
Katlanmış kalın bir kağıt parçasının parlak arka yüzeyi bu… Kağıt parçasını açıyorum.
Bir fotoğraf olduğunu görüyorum.
Bir kadın, beyazlar içinde, ulu çınarların örttüğü bir yolda arkasına bakmadan yürüyor… Solda çınarlar, sağda çınarlar, yol çizgilerinin üzerinde incecik bedeniyle bir mabet, ismi yok. Resmin tarihi yok. Ama çok güzel. Her şey çok güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder