29 Nisan 2007 Pazar
26 Nisan 2007 Perşembe
bir sabah
- Her şey çok büyük.(erkek)
- Neden öyle?
- Söylesene.
- Hmm.
- Öncelikle şu sürahiyi doldurman gerekiyor.
- Peki.
- Bugün ne yedin?
- Henüz yemedim.
- Ben de. Sana ne ikram etmemi istersin?
- Çilek ve kremalı pasta.
- Yok. Ama iyi bir yer biliyorum. Hadi gidelim.
- Al işte doldurdum sürahiyi.
- Tamam zaten doldurmanı istemiştim su istemiyorum. Gidiyor muyuz?
- Hayır sanırım.
- Tamam o zaman. Bana bir öpücük ver.
- Tabiî ki.
- …
- Bilgisayarım bozulacak yakında sanırım. Çok ötmeye başladı.
- Tamir ederiz.
- Tamam.
- Hava sen gelirken de güzel miydi?
- Hep!
- Beni yine öpmeni istiyorum ama.
- Dursana.
- Hayır.
- Al.
- Dışarı çıkalım.
- Yorgun gibiyim.
- Aç bir köpeğim.
- Gel hadi.
ev
Yazı yazdım yaz idi
Kalemim kiraz idi
Ayıplama sevgilim
Mürekkebim az idi.
şaşı bak şaşır
17 Nisan 2007 Salı
palavra yanaklı
Güneş pusuda bekliyor
Şirince gülümseyecek birazdan
Bak tepedeki sessiz çamların ardına
Birazdan turunç bahçesinde yürüyeceğiz
Saçlarının nemi henüz geçmemiş
Parmaklarım yapışıyor; güzelimlerine
Güzelimlerine kıyamıyor, parçalanıyorum
Palavra yanaklı kıymetim
Sırçaköşkümün küçük ucubesi
Yalnızlığımın kırat darbesi
Seni koklayarak versem
Nefsimi körelten
Son nefesimi.
15 Nisan 2007 Pazar
aforizmalar- sokak
Musluğun teki sağlam, sıcak
Yandım cayır cayır
Kanım sana helal olucak
/
Gel martaval git martaval
Her yanım sevda
Cümbüşteki palyaçodan
Aldım hoş bir eda
/
Hayat güzel bir şaka
Oynamak lazım kana kana
Bira, tekila piyonları zamanın
Şah mat etmeden kazanması lazım hayatın
/
Son bir dans
Yıllardan sonra
Ardından terket
Bir hiç uğruna
/
I see your soul, it's kind of pray
You see my wrist, you look away
I know .... I know your pain
I know the purpose on your plane
/
Hayata bağlanmaksa hedefi
Aşk ve sınıf mücadelesi
İnsanoğlunun tek hedefi
Sonsuzluğa götüren kalbin sesi.
/ekrem parköz.
12 Nisan 2007 Perşembe
aşağıdan gelir eli develi
Aşağıdan gelir eli develi
Devesinin boynu altın laleli
Kız gelin olalı burnun havalı
Ben seni kız iken seven oğlanım
/
Konma bülbül konma ağaç dalına
Seni de vururlar yarin yoluna
Konma bülbül konma dalım yok benim
Sineme saracak yarim yok benim
/
Aşağıdan gelir hozalı gelin
Topla fistanını toz olur gelin
Kaldırsa peşesin görsem yüzünü
Eller arif olmuş söz olur gelin
/
Konma bülbül konma ağaç dalına
Seni de vururlar yarin yoluna
Konma bülbül Konma dalım yok benim
Sineme saracak yarim yok benim
/
Güllü seni alır dağa kaçarım
Karlı dağ ardında çadır açarım
Kahve bulamazsam kenger içerim
Elbet ben de bir güllümü beslerim
/
Konma bülbül konma ağaç dalına
Seni de vururlar yarin yoluna
Konma bülbül konma dalım yok benim
Sineme saracak yarim yok benim.
aforizmalar-tavla
Dolapdere'de kaporta
Koysun sana
Barcelona Başkanı
Joan Laporta
/
Modern Sanat beleş
Git oraya yerleş
Çok beleşçisin keleş
/
Elma armut lamba
Zor anam hayat burada
Yanınca ampul kaç durma
/
Geçti günüm kistik
Şimdi içim pislik
Geçince bendeki kistik
Olurum ben yine pişpirik
/
Kırmızı güvercin omzuma kondu
Ne yediysem mideme dokundu
Hesap ödemez olaydım
Engin bana kız doğurdu
/
Şimdi gidiyorum Tophane'den
Hava güzel güneşlisinden
Herkes 'boş yerim' var diyor bize
Engin dönüyor soğuk vesilesiyle
/
Hava çok soğuk
Sohbetler sıcak
Artık akşam oldu
Herkes evine kaçacak.
/ekrem parköz.
aforizmalar- yüreğim
Dost neredesin?
/
Vicdanım çoktan nasırlanmış
Yar neredesin?
/
Yoğurtçubaşı çıkmazını bilir misin?
Güneş neredesin?
/
İsmim Mesut, göbekadım Bahtiyar
Çukurcuma'yı bilir misin?
/
Mobilyanın zımparası
Gönlümün hüzünbaz tıpası
Gir penceremden
Çık yukarı!
/
Aspiratörümün dumanı
Sevdamın akan damı
Çek sıvamı
Kır duvarı!
/ekrem parköz.
aforizmalar- kırsalın memesi
Kahverengi uçlarında
Dondurmamı karşılayayım
Göğüs arası
Ya da tersten italyan
Ne fark eder?
/
Kırsal yerde bilmezik biz bunları
N'olur harcama, git viskine at o buzları
Senin aklın başında değil galiba,
Dondurmam kaymak, İtalyan'ı bırak, an atalarımız Hunları!
/
Ne güzel konuşuyorsun ey garib
Ansızın düşündüm altımdaki kefensiz yatanı
Beni kendi yokluğumda bırak acılarımla
Evet sapık olabilirim ama benim de bir gururum var
/
Bilinmeze doğru giderken bir akşamüstü,
Gaipten seslerle karşılaştı, korktu, püstü,
Kefen dedi, toprak dedi; madde bir dedi altıüstü,
Sapkın ol garip ol; ama gül, bülbül sana küstü.
/
Ekremoğlan güler elbet
İçer haydarının ellerinden şerbet
Bir tatlı huzur alırım Kalamış'tan
Ayağım senindir; yorganım sen.
Kaldı mı artık Ümit Besen?
/ekrem parköz.
aforizmalar- dumbanın kulakları
Dumbanın kulakları gibiydi herşey
Ürkek, titrek ve fedakar
Yıldo'nun kahkahası gibiydi
Aşkımız
Şen, titrek, parça parça.
Nestle’nin suyu gibiydi aşkımız
İşlenmiş, titrek, perişan
Islanmış bir yorgan gibiydi aşkımız
Utangaç, titrek, vefakar
Geceyi örten bulut gibiydi aşkımız
Fransız, titrek, isyankar
Bir yosmanın keskin çığlığı gibiydi sobanın ateşi
Ya da çıplak tene giyilmiş bir yün kazağın tene batan ızdırabında
Büyük sınıfların kalabalıklarında kaybolmuş tembel bir kevaşenin sıcaklığındaydı bazen
Eve dönüşlerin olmasa
Kısa film yarışmaları olmasa
Utanmadan içtiğim sigara markaları
Kurbağa Kermet’in üzgün bakışı
Ve sen ve ben ve bir de küçük kedimiz…
/ekrem parköz.
aforizmalar'ın yazarı ekrem parköz kimdir?
10 Nisan 2007 Salı
acarkent yazısı

Cumartesi gecesi (31/3) hayatımın en kötü gecelerinden biriydi. Sonunda çok hasta oldum. Çarşamba sabahına kadar neredeyse sürekli yataktaydım. Arada okulla ilgili yapmam gereken işlerimi halletmeye çalıştım ama beceremedim. Ağır ilaçlar kullandım. Titredim, terledim, midem bulandı, öksürdüm, boğazlarımdan hiçbirşey geçemedi. Üç gece kabuslar içinde uyandım. Hayatımın en sert gribini geçirdim. Fakat bu süre zarfında bir çok şey hakkında düşünme fırsatı buldum. Bayan S’yi çok düşündüm. Aklımdan çıkmıyordu. Bana bıraktığı tüm acılar sanki eklemlerime kadar işlemişti. Ama bunları tedavi etmesini biliyordum. İnsan ağır bir hastalık geçirdiğinde anlıyor sanırım, garip bir duygu bu, eğer hasta yatağınızda başkalarının problemlerini bile düşünebilecek kadar iyi kalpliyseniz aynı zamanda çok zalim de olmuş sayılabiliyorsunuz. Çünkü karşınızdaki kişi, sizin böyle düşündüğünüzü hiçbir zaman bilemiyor. En sonunda ‘iyileşmem gerek’ diyerek yine kendinize yöneliyorsunuz. Halbuki burada kesin bir durum var. Kendinizi kandırıyorsunuz. Çünkü siz bonkörsünüz. Kalbinizi-duygularınızı hunharca kullanıyorsunuz.
Bunları yazarken, Acarkent’te bugün yerleştiğimiz ‘apart’ın, kendimi kilitlemeye çalıştığım odalarından birine (çünkü hastalığım geçmedi ve boğazımdaki iltihabı birazcık alkol ile almaya çalışıyorum; uyumaya niyetliyim) Burak giriyor ve “Duyuyor musun ne güzel oldu?” diye soruyor. “Harika oldu. Duydum.” diyorum “Ama tekrarını yarın duymak isteyeceğim sanırım. Kötüyüm.” diye bitiriyorum.
“İlham al” diyor sırıtarak. Gülüyoruz.
Devam ediyorum. Evet…

Bayan S… Kendisi harikülade. Çok şey deneyimledik onunla. Beni çok etkiledi. Kendim olamadım yanında. İnsanın elinin ayağının karıştığı bir çok durum yaşadım. Hiç hissetmediğim mutluluklar ve kabuslar yaşadım. Hasta düştüm. Sevinçten ağladım. Hiçbir şeyin ve her şeyin terazisi yoktu. A ve B idi. Hayır önce A idi. Sonra B idi. Sonra tekrar A’dı sonra C oldu. Sonra alfabeden vazgeçtik. Rakamlar oldu. Önce tek haneliler. Çift ve tek rakamlar. Asal sayılar. Sonra üç haneli rakamlar…
Bütün bu anlamsız sayıklamaların sonunda ona delicesine bir tutku ile bağlı olduğumu anladım. Fakat sadece arkadaş olamayacağımı da anlamış bulundum. Çok uzun süre Bayan S’ye hissettiğim sevginin karşılıksız olduğunu düşünmüştüm. Onun hayatında ‘sıradan bir adamdım’dı. Ancak bu durumun hiç de öyle olmadığını çok uzun süre sonra anlamak durumunda kaldım. Beni hayatındaki bir çok şeyden daha çok seviyordu. Sevgilisi olmasını istediği kişilerden bile daha önemliydim. ‘Beni herkes sever’ dir. Bu benim için çok da şaşırtıcı bir şey değildir. Fakat dudaklarında erimek istediğim biriyle 'kesinlikle arkadaş olamam' diyerek, sevgilisi olarak taşıdığı bir çocuğun yanında ona elveda dedim. Dayanamıyordum çünkü.
Bayan S ile yaşadığım ‘ilişki’ sırasında insanların neden aşkları için intihar ettiklerini çok iyi anladım. Fakat ben bu yöntemi seçmedim. Onu o kadar çok seviyordum ki bir gün herşeyin düzeleceğini bile bile onu hayatımdan çıkarmaya karar verdim. Eğer kendini kötü hissederse, benimle ilgili yanlış düşündüğü bir çok şey olduğuna kanaat getirirse ve aslında beni nasıl sevdiğini anlarsa diye yanında ona destek olacak bir sevgilisi bile olacaktı. Bütün acılarını bana bıraktı. Ve bu durumdan kesinlikle rahatsız değilim. Onu iyileştirdiysem kendimi de iyileştirebilirim çünkü. Beni unutması asla mümkün değil. Ben de onu asla unutamam. O benim kıymetlim çünkü. Ancak bu yarayı kendim iyileştireceğim. Çok garip ve ‘sırıtmalık’ bir durum bu, anlatacak çok şeyi olunca insanın nedense bazı konularda ‘şıp’ diye geçiyor üzerinden.
/
Bütün arabayı tıka basa doldurduk. Peyote’den klavyeleri, (MS200B, Toccata) tünelden davul ayaklarını aldık. Caddebostan’deki atölyeden Manu Katche davulu ve amfiyi aldık. Yanımızda beş telli Yamaha bir bas gitar ve lido bile vardı. ‘Johnny’ Aykal’dan harika birer Neumann mikrofon almıştık. Çarşamba günü Acarkent’e varmamız 3.5 saatimizi almıştı böylelikle.
Eve geldiğimizde ise ‘hemence’ çatı katına kurulduk. Güzel bir manzarası vardı çünkü.

Sonrasında hemen en büyük markete gidip. 'Ağır' bir alışveriş yaptık. Böyle durumlarda üçümüz bir araya geldiğimizde yaptığımız ilk şey içki durumunu kontrol etmek ve ne içeceğimize karar vermektir. Evde bir şişe rakı gördük. Sonra da dibini. Tabi ben o gece diğer içkilerin de yerlerini bulmuştum. Dedim ya büyük bir evdi...

Yemekten hemen sonra açık bıraktığımız aletlerin başına geçtik. Biraz takıldık. Ve ben kendime yeni bir iş edindiğimi anladım. Artık Burak'ın 'yancı'sıydım. Bana akor bastırıyordu. Berke'nin daha önce piyano da kaydettiği bir şey üzerine fikir yürüterek bazı sesler kaydettik. Nedense ben böyle durumlarda çok heyecanlanıyorum. Ama ilk gece çok verimli değildi. En azından gelirken kafamızda ne kaydedeceğimize dair bir fikir yoktu. Ancak şimdi gideceğimiz yolu tahmin edebiliyordum. Hastaydım ve yorulmuştum. Erken yattım.
Ertesi sabah kahvaltıyı Fatoş abla ile birlikte hazırladık. (Bu arada Berke'nin babası İrfan ağabeyin ailesiyle birlikte şu sıralar Amerika'da olduğunu belirtmekte fayda var. Evde sadece hizmetli Fatoş ve 2 yaşındaki kızı Hatice bulunuyor normalde. Fakat Fatoş'un annesi babası ve ablası da yanlarındaydı. Bir sebepten.)
Perşembe günü Bilgi Üniversitesi'nde FTV bölümünün bir dersine girdik. Sebebi ise Dandadadan'a yapmak istedikleri bir klipti. Çok sıkıldı herkes orada. Karşımızdakiler bize pek inandırıcı gelmemişti sanırım. Eğer bir şey yapmak isteyen biri size çok soru soruyorsa ne istediğini bilmiyor demektir. Elimizden geldiğince 'gittiğimiz gibi geri' döndük.
O akşam yine rakı içtik. Çünkü dün akşamki mezelerimiz yarım kalmıştı. Sonra viskiye döndük. Bu boğazlarımın tüm iltihabını almıştı. İyileşiyordum. Burak o gece rotamızı klarnet ile belirledi. Klarnet ile ikinci bir tema bulduk yaptığımız şeye. Burak ikinci temanın hatlarını denerken her kayıda girdiğimizde gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Uzun süredir bu kadar huzurlu bir şey yapmamıştık. Burak'a klarnet solo çalmadığı için çok kızdım. Parçamızın ismi de belliydi: Baykuş.
Ardından üçüncü tema geldi. O kadar etkileyici ve biz gibi birşeydi ki yaptığımız şeyin ne kadar içten olduğunu ertesi gün farkedecektik. Ben müzisyen değilim. Hiçbir şey çalmıyorum. Ama Berke ve Burak ile beraberken sanırım beraberce bişiler yapıyoruz. Beni dinliyorlar ve sanırım onların küçük ilhamlarıyım.
Perşembe gecesi sızmalar başladı. Doğal olarak ilk Burak sızdı. Berke'ye 'Gel sana bir şey göstereceğim' dedim: Onu terasa çağırdım. Etraf çok sessizdi. (Acarkent bir vadiye kurulu. Bulunduğumuz ev o vadinin en yüksek tepelerinden birinde. Tüm vadiyi görebiliyor ve duyabiliyorsunuz.) Bir ıslık çaldım. Hemen önümüzdeki-yanımızdaki evlerdeki köpekler havlamaya başladılar. Ses yankılanınca vadinin aşağısındaki köpekler de havlamaya başladı. Berke de bir ıslık çaldı. Teker teker ıslık çalmaya devam ettik. Köpekler yavaş yavaş çıldırıyordu. Çığlık atmaya başladık. Çok gülüyorduk. 'Bunu kaydetmeliyiz' dedi Berke. Mikrofonları kurduk. Köpekleri bağırttık. Hatta ikimiz birden deli gibi bağırdık bir ara. Ben uykudan kalkıp odasının ışığını yakan üç ev sahibi gördüm. Bizi görmesinler diye yere çömelip bağırmaya başladık.
Sonra sakinleştik ve bıraktık. O gece sabahın dördünde sarhoşken, Berke araba kullanmak istedi. Hepimiz garip bir dönemden geçiyorduk.
Polonezköye doğru köy yollarında arabayla dolaştık.
Döndüğümüzde Burak yatakta Bas gitar ile uyuyordu:

çocuklar bir ara şu haldeydi.


Akşam olduğunda ise bir kaç telefon konuşması yaptık. Ben artık iyiden iyiye kendimi lido' ya
veriyordum. Onu alıp bir ara evime götürmeye karar verdim. Neye bassan şarkı oluyor.

Hele şükür Doruk ve Tunç laptoplarıyla geldiler. Yerleştiler.

Çok sarhoş olmuştuk. Bir ara kustum. Bayılırım. Sonra içmeye devam ettim. O vakit Doruk yatakta uyuyan Burak'ın üzerinde biraz çalıştı.



Cumartesi Doruk ve Tunç ile vedalaştıktan sonra Acarkent'e dönüyoruz. Vokal kayıtları yapıyoruz. Güzel oluyor. Berke, ben ve Burak saat 22.00'de Fatoş'un harika makarnasından patlayana kadar yiyiyoruz. Film izlemeye çalışıyoruz ama erkenden yatıyoruz. Son zamanlardaki en iyi uykularımızdan birini çekiyoruz.
Ben tatile gitmiştim aslında oraya... Dinlenmek iyileşmek ve bir sürü sorunumu silmek için. Müziği duymak için. Bunu becerdim. Pazar günü dönüş günü. En azından benim için öyle. Snek tv de bir röportaja gitmeleri gerekiyor. Toplanıyorum. Gitmeden bir 'pişmanım stina'yı söylüyorum o son derece pahalı mikrofonlara. Snek tv'ye gidiyoruz. Feryin de orada. Onunla geri dönecekler tekrar. Ben görüşürüz diyeceğim. Korhan da birazdan gelecek. Bütün güzel beş günün namına Feryin ile laflarken benim yeni lakabıma Berke ve Burak'ın da lakapları ekleniyor. Eğleniyoruz. Herşey güzeldi. Herşey güzel.
Feryin önce beni sonra Berke'yi ve sonra Burak'ı göstererek şöyle diyor: Alfred, Batman ve Robin...
